Bir tatlı var, içi de dışı da bizi topyekün yakan. Bir tatlı, ama nasıl? Böyle bir kakao kütlesi, bir çikolata dilimi… Kek desen kek değil, kurabiye desen hiç değil. İşte dostlar, biz ona brownie diyoruz. Yanına bir top dondurma, kenarına bir kahve koyup damağımızı şenlendiriyoruz. Ama nerden çıktı bu festival, işte onu hiç bilmiyoruz!

Yediğimiz birçok yiyeceğin inşasınının izini sürmek zor, brownie de buna dahil. Biraz karıştırınca öğreniyoruz ki brownie’nin temeli 19. yüzyılın sonlarında Şikago Palmer House Oteli’nde atılıyor. Özel bir organizasyonda kullanmak için istiyorlar; böyle tek atımlık, hemen pakete konulmalık, minik ama leziz kekimsi şeyler olsun. İçine ceviz, üzerine kayısı glazürü ile ilk brownimsi tadı yaratıyorlar. Kayısı glazürü ve brownie mi? Aman Tanrım! Aslına bakarsanız taze ve sert bir kayısının kendisi bile ıslak bir brownie ile iyi gidebilir. Siz bu tadların hayaliyle damağınızı yoklarken ben hikayenin devamını anlatayım.

Birkaç yıl içinde yemek kitaplarında boy göstermeye başlayan brownie’nin bugünkü fudgy denilen nemli dokusuna ulaşması biraz vakit alıyor; bir kısmı kel alaka tariflerle bir seri yemek kitabında boy göstermesi de bu vakte dahil. Kel alaka evet, zira bazılarında çikolata bile yok! (Kaşlar havaya kalktı dimi? Şaşkınlık gizlenebilecek gibi değil!) Velhasıl, bu süreçte biri çıkıp diyor ki brownie’yi Bangor ev hanımları keşfetmiştir! Öteki diyor ki Bangor’lu bir abla çikolatalı kekini yaparken kabartma tozunu unuttuğu için yanlışlıkla ilk brownie’yi yapmıştır. Oxford’a ait Amerikalı yiyecek ve içecek ansiklopedisi de bu iddiaların doğru olabileceğini söylüyor. Palmer’in kayısı düşkünü aşçısını bir kalemde harcadınız, ayıptır.

En nihayetinde 1906’da Fanny Farmer’ın yayımladığı tarif kitabı ile Amerika’ya oradan da dünyaya ve şu güzel mutfağımıza ulaşmış olsa da şimdi sorsan, herkes en iyi brownie’yi kendisi yapıyor. Biz de güzel yapıyoruz, laf aramızda. Birgün denersiniz. Belki yanında kayısı da olur, olmaz mı?